Eğitim Sistemimiz Neden Finlandiya gibi Değil?
Dünyada Finlandiya, Güney Kore ve Japonya gibi ülkeler eğitim sistemlerini çocukların ihtiyaçlarına göre tasarlarken Türkiye’de neler oluyor? Bizim eğitim sistemimiz nelere odaklanıyor? Ve neden Türk Eğitim Sistemi Finlandiya veya Japonya’nın sistemleri gibi olmaz, olamaz? Makalemde bu soruları cevaplarken sunacağım bilgiler kafanı karıştırıp seni de eğitimle ilgili düşünmeye sürüklerse buna sevinirim.
Eğitim toplumun ortak bakış açısının ürünüdür. Bu ortak yaklaşım eğitimin bir sürekli gelişen bir sistem olarak yerleşeceğine mi yoksa sadece doğru ve yanlışlara odaklanan kısıtlı bir yapıya mı sahip olacağını belirler. Finlandiya ve Japonya gibi ülkelerde eğitim sürekli gelişen, değişen dinamik bir yapıdır. Bu tür eğitim sistemleri yıllar içinde kendi parçalarını yenileyen bir makine gibidir. Öğretmenler yeni alanlarda eğitilirken öğrencilerin odaklanacağı bilgiler sürekli güncellenir.
Türk Eğitim Sistemi büyük oradan sonuçlara odaklandığı için çocuğun ihtiyaçları, yetenekleri ve geliştirebileceği becerileri sonuçlar kadar önemli değildir. Güzel konuşman veya zekanı kullanarak iyi bir arabulucu olman seni okulda daha başarılı yapmaz. Harika gitar çalabilir veya sanatsal bir yeteneğe de sahip olabilirsin. Matematik sınavını geçemediysen eğitimde bol şans.
Sistem Odaklı ve Sonuç Odaklı Eğitim Modelleri
Sistem odaklı eğitim modellerinin önemli bir özelliği insana öncelik vermesidir. Bu önceliklendirme insanın bedensel ve duygusal gelişimini, ona uygun ihtiyaçları ve sağlıklı bir zorlanma seviyesinin belirlenmesinde rol oynar. Eğitim süreci boyunca öğrencinin gelişimi yakından izlenir. Motor gelişimine yönelik ihtiyaçlar (sportif faaliyetler), bilişsel gelişimine yönelik dersler (örn. somut ve soyut anlatımlar) ve duygusal olgunluğa yönelik dil kullanımı özenle hazırlanır. Akademik beceriler dışında da yaşama uygun ve geleceğe hazırlanmasına yardımcı olacak pratik beceriler eğitimin bir parçasıdır. Bu nedenle Kanada ve Amerika gibi ülkelerde lise seviyesinde seçmeli olarak marangozluk gibi dersleri alabilirsin. Matematik puanınız yetmiyorsa kreşteki çocuklara kitap okuyarak kanaat notunu da yükseltebilirsin.
Sistem odaklı eğitim modelinin bir başka özelliği de doğru ve yanlış yerine gelişime önem vermesidir. Bu modelde yanlış kötü, aptalca veya eksik anlamına gelmez. Hata kültürü öğrenmeyi geliştiren, farklı yollar aramayı gerektiren ve yaratıcılığı besleyen doğal bir parça olarak kabul edilir. Öğretmenler soru sorma sanatıyla hatanın nası geliştiğini, öğrencinin nerede yardıma ihtiyacını olduğunu saptayabilirler.
Stanford Üniversitesin’de eğitim alanında araştırmalar yapan Dr. Carol Dweck eğitim modellerini iki grupta ayırıyor. Bir yanda gelişmeye dayalı bakış açısının hakim olduğu eğitim modelleri, diğer yanda da sabit özelliklere dayalı bakış açısına dayanan eğitim modelleri olduğunu belirtiyor. Finlandiya ve Danimarka gibi ülkelerin eğitim sistemleri gelişmeye yönelik bir bakış açısına dayanıyor. Türkiye’deki eğitim sistemimiz ise zekanın sabit olduğunu varsayarak hareket eden statik bir sistemdir. Öğrenciler zekalarını aldığı sınav notlarıyla ilişkilendirerek sürekli daha iyi olma peşindedir. Aileler de çaldan çok yıl sonunda gelecek karneyi bir değerlendirme aracı olarak kullanılırlar. Farklı eğitim modellerini karşılaştırmadan önce gelişime dayalı ve sabit zekaya dayalı bakış açılarına bakalım.
Türkiye, Güney Kore ve Finlandiya Eğitim Sistemi
Eğitimin bir sistem işi olduğunu anlattım. Ülkemizde eğitim sorunu okuldan önce ailede oluşan bakış açısıyla başlıyor. Bir çoğumuz hayatla ilgili aşağı yukarı aynı varsayımlarla büyütülüyoruz: hayat zor, garanti bir meslek seçmelisin (örn. doktor, mühendis, vb.) ve eğer başarılı olursan mutlu bir hayatın olabilir çünkü paran olursa istediğin her şeyi yapabilirsin. Bu tür bir bakış açısı da eğitimin öğrencinin karnesinde yazılı başarılardan ibaret olmasına neden oluyor. Teşekkür ve takdir hayatının ilk on yılında yapması gereken sportif faaliyetlerden daha önemli hale geliyor. Resim yapmak veya enstrüman çalmak matematik dersi kadar saygı görmüyor. Edebiyat okuyup yorumlamak, şiir sevmek sınav kazandırmıyor. Gerçekten, ne yapıyoruz biz?
Maalesef varsayımlarımız da düşündüğümüz kadar doğru değil. Okuldaki yüksek notlar yeni yetenekler geliştirmemize veya uluslararası sıralamada yükselmemize yardımcı olmadı. Buarada Dünya Mutluluk Ölçeği sıralamasında da Tacikistan, Filipinler, Paraguay gibi ülkelerin aşağısında, yetmiş dokuzuncu sırada yer alıyoruz!
Bir bireyin zekası sabit bir nicelik değildir.
Psikolog Alfred Binet, ilk zekâ testini bulan kişi.
Uluslararası öğrenci değerlendirme sınavlarında (PISA) sözde üçüncü dünya ülkelerinin altında, kırk ikinci sırada yer alıyoruz. Aynı sınavda Türk öğrencilerin sadece %5’i yüksek matematikte başarı elde etti.* Kore, Çin ve birçok Asya ülkesi en az %23’lük puanlarla karmaşık problemleri matematiksel olarak ifade edebildiklerini gösterdiler. Elbette resim, müzik, sanat ve bedensel faaliyetler de zekanın farklı türleri. Ama ilkokuldan başlayarak öğretildiği söylenen yüzlerce saat matematiğe ne oldu? Beden derslerini hiçe sayıp iki ders matematik yapmak pek işe yaramıyor gibi görünüyor. Bunu ben söylemiyorum, Amerikalı Doktor John J. Ratey söylüyor.
Spark (Kıvılcım) isimli kitabında Dr. Ratey egzersizin insanları daha akıllı yaptığını belirtiyor. Araştırmalarına Phil Lawler isimli bir spor öğretmeninin oluşturduğu egzersiz grubunu inceleyerek başlıyor. Günlük olarak öğrencilerin antrenmanları kaydediliyor ve okuldaki sınav sonuçlarıyla karşılaştırılıyor. Her öğrenci günde en az birkaç mil koşuyor, hem de kalp ritmini yüksek bir seviyede tutarak.
Düzenli egzersiz yapan öğrenciler sadece en başarılı grupta yer almakla kalmıyor, aynı zamanda beyinlerinde de olağanüstü değişiklikler meydana geliyor. Beyinleri doğal olarak rahatlamalarına, bilgiyi kalıcı hale getirmelerine ve zorlukla karşılaştığında sakin kalmasına yardımcı olacak GABA ve serotonin gibi kimyasalları yüksek seviyede üretiyor. Bu öğrenciler kendi beyin kimyalarıyla rahatlıyor! (Konuyla ilgili Akıllı mı Olmak İstiyorsun? Koşmaya Başla isimli makaleme göz atabilirsin.) Peki Finlandiya gibi ülkelerde ne oluyor?
Finlandiya Eğitim Sistemi’nde neler oluyor?
Nasıl oluyor da sabahtan akşama kadar ders gördüğümüz eğitim sisteminde Türk öğrenciler olarak İngilizce, matematik ve bilim derslerinde düşük puanlar alırken aynı yaş grubundaki Finlandiya’lı çocuklar uluslararası sınavlarda ilk onda yer alabiliyor? Daha zeki olabilirler mi? Bunun cevabı Finlandiya’nın bir ulus ve devlet olarak eğitime bakış açısında yatıyor.
Finlandiya’da eğitim yerel hükümetler tarafından destekleniyor. Özel okul sayısı neredeyse yok denecek kadar az. Devlet okulları o kadar kaliteli eğitim veriyor ki özel okulların aynı müfredatı karşılaması ve aşması çok zor. Bu yüzden özel okulların çoğu dini okullardan oluşuyor.
İlköğretimde dersler en fazla yirmi kişilik küçük sınıflarda veriliyor. Sanat, müzik, yemek pişirme, marangozluk ve tekstil gibi öğrencilerin yeni beceriler edinmelerini sağlayan dersler var. Öğrenciler iki dil öğreniyor. Matematik gibi soyut kavramlara dayanan dersler daha sonra geliyor. İlk birkaç yıl not yok. Oyun saati ders saatinden daha fazla çünkü çocukların motor becerilerinin gelişmesi ve oyunla öğrenmelerini istiyorlar. Okulun bulunduğu bölgeye göre öğretmenin belirlediği bir yılda not vermeye başlanıyor. En düşük not dört, en yükseği on.
Öğretmenler yüksek maaşlarla çalışıyor ve eğitim alanında çok donanımlılar. Öğretmenlik hem saygın, hem de öğrencilerin hayallerini süsleyen bir meslek. Hepsi sendikaya bağlı olduğu için hem haklarını savunabiliyor hem de belirli bir standart belirleyerek öğretme alanında çıtayı yükseltiyorlar. Birçok öğretmen kendi alanında doktora derecesine sahip. Geleceğine önem veren Finlandiyalılar çocuklarını iyi kazanan, iyi eğitimli ve mutlu öğretmenlere teslim ediyorlar. Bu alanda iddialı olan sadece Finlandiya değil.
Samsung ve LG gibi dünya devi markaları çıkaran Güney Kore de eğitim alanında ciddiye alınması gereken bir ülke. Uluslararası seviyede öğrencileri yüksek matematik, okuma becerileri ve bilim dallarında üstün becerilere sahip. PISA ortalamasına göre dokuzuncu sıradalar. Sadece 2016’da ülkenin Gayri Safi Milli Hasılatı’nın 5.4%’ü eğitime harcandı. Üniversite eğitimi ise son derece zorlayıcı ve saygın bir yere sahip.
Türk Eğitim Sistemi Nasıl Olmalı?
Eğitim sistemimiz Henry Ford’un üretim bandı gibi üniversite mezunu yetiştiriyor. Vasıflı gençler boş gezerken diğer yanda Almanlar arabalarımızı üretiyor, İtalyan modacıların çantaları binlerce liraya kapış kapış satılıyor, ilaçları İsviçreliler üretiyor, teknoloji Amerika, Çin ve Hindistan’n gençlerinin elinde işleniyor. Gençlerimiz ise birkaç dakikada Google’da bulabileceği bilgileri ezberlemeye çalışmakla meşgul. Elbette bu işin sorumlusu onlar değil.
Eğitim bir sistem işidir. Ailenin bakış açısı ve beklentileri çocuğun yetişme tarzını ve çocuğa yapılacak yatırımı – pahalı özel okullardan bahsetmiyorum – belirler. Altı yaşında ödev yapmaya başlayan, on yaşında sınav kaygısıyla tanışan, sınavdan sınava sıçrama üzerine eğitilen çocuklarımız ne olacak? Bir Amerikalı’nın teknoloji şirketine girince mutlu olacak. Çinli bir gencin firmasında çalışmak için can atacak. İtalyan bir modacının ürettiklerine hayran hayran bakacak. Elbette küresel ekonomide vatandaşlık ve coğrafyanın bir önemi yok. Gerçekten önemli olan beraber yaşayan insanlar olarak beklentilerimizi ve çocuklara yapılacak yatırımları yeniden şekillendirmeye başlamak.
Ücra köylere kadar erişecek, spor, müzik ve sanatı destekleyecek yepyeni bir eğitim sistemine ihtiyacımız var gibi görünüyor. Öğretmenlerin okula huzurla geldiği, yaratıcı ve derin düşünen insanların yetişmesini destekleyecek bir müfredatın olduğu ve çocukların çürümediği bir sisteme ihtiyacımız var. Bence Finlandiya gibi olmamıza gerek yok. Sonuçlardan çok gelişime özen gösteren, birbirine saygı duyan ve sevgiyi eğitimin merkezinde tutan bir ülke olalım yeter.
Takip Et
Kaynaklar:
Görsel: Sputnik
Dünya Mutluluk Sıralaması Ölçeği
Konuyla ilgili makale, video ve diğer kaynaklar:
Derin Öğrenme Programı (Youtube)
Sir Ken Robinson TED – Okullar Yaratıcılığı Öldürür mü?
Carol Dweck TED – Gelişebileceğine İnanmanın Gücü
Barbara Oakley – A Mind For Numbers
Prof. Dr. Tolga Erdoğan – Yaratıcı Drama ile Mutlu Eğitim